Type Here to Get Search Results !

MİDİLLİ ADASI - İZLENİMLER









Ayvalık’a doğru yola çıktığımızda aklımızda Midilli Adası’na yapacağımız gezi vardı. Planımız, geceyi Ayvalık’ta güzel bir otelde geçirip Midilli Adası’na geçmekti. Nil House adlı butik bir otele yerleştik. Semiha Hanım bizi, arkadaş sıcaklığı ile karşıladı.

Gelmişken Ayvalık sokaklarında tekrar gezinmeden edemezdik. Elbette Ayvalık tostu da yedik. Ertesi sabah Midilli Adası’na gidecek vapur iskelesinin önüne geldik. İnsanlar sıra olmuş, belli ki adaya gidecekler. İskelenin önündeki kafede oturmak istedik. Ama kafe kalabalık, oturacak yer yok, vazgeçtik. Yanımızdan gelip geçen insanların Yunanca cümlelerini duyduk. O an, neden bu kadar kalabalık bir grup burada diye düşündük, ama cevabı bilmiyorduk. Sonra öğrendik. Günlerden Perşembe idi. Her Perşembe Ayvalık’ta halk pazarı kurulur.  Midilli Adası’ndaki komşularımız da, bir saat mesafedeki Ayvalık’a gelip alışveriş yapıp dönüyorlarmış. Bu kadar yakın olunca, neden olmasın?

Sabah saat 9:00’da Midilli’ye doğru hareket eden vapurda yerimizi aldık. Biz adaya Midilli Adası, en büyük kentine de yine Midilli diyoruz. Yunanlılar kente Mytilene, adaya ise Lesvos diyorlar. Bazen de Lesbos yazıldığını görebilirsiniz. Aslında doğrusu Lesvos, ama Yunanca okunuşu Lesbos.

Adada yapılan arkeolojik kazılardan adanın geçmişinin MÖ 3000-2700 yıllarına kadar eski olduğu anlaşılmış. Ada, 1354 yılında Bizanslıların, 1462 yılında Osmanlıların yönetimine geçmiş. Adaya Anadolu ve Rumeli'den Türk nüfusu getirilmiş. Adaya gelenler arasında Makedonya'dan gelen ve sipahi olan Yakub Bey de varmış. Bu adada oğlu dünyaya geldiğinde adını Türk tarihine yazdıran Barbaros Hayreddin Paşa olacağını öngörebilir miydi? 1912 yılında Osmanlı'nın çekilmesiyle Yunanistan adayı yönetimine aldı.


Adanın geçmişiyle ilgili ayrıntılı bilgiyi bu sayfada bulabilirsiniz.


Midilli’ye yaklaştığımızda limana girerken bir heykel dikkatimizi çekti. Midilli Adası'nın Özgürlük Heykeli, Agalma Eleftherias heykeli


Gümrük işlemlerinde sonra çıkarken görevli arkamızdan seslendi; “Nereye?” 
Meğer yanlış kapıya yönelmişiz. Sanırım “Ayvalık’a geri mi döneceksiniz?” diye sordu Yunanca. Bildiği birkaç kelime ile Türkçe de anlatmaya çalıştı derdini. Gülümsedik, Midilli’ye döndük.

Sınırı geçtik, artık başka bir ülkenin topraklarında yürüyorduk. Ama evden uzaklaşmışız da, başka bir ülkedeymişiz gibi hissetmedik. Bir yanımızda trafik akarken, biz sahilde beton bloğun üzerinde meraklı gözlerle bakınıyorduk. Panellenion’da soluklandık, kahvelerimizi yudumladık. Burası yüksek tavanlı tarihi bina, bir dönem Osmanlı Bankası’nın Midilli şubesi olarak da hizmet vermiş.





Ermou Caddesi’ne çıkan bir kapısı daha vardı. Aya Therapondas Kilisesi’nin hemen arkasındaydık. Mimari olarak dikkat çeken, güzel bir yapı. 7.yüzyılda Kudüs’te, ardından Kıbrıs’ta yaşamış bir piskopos olan Therapondas adına yapılmış.Kilisenin yapımı 1830 yılında başlamış, tamamlanabilmesi çok uzun sürmüş. 1935 yılında tamamlanmış.


Ermou Caddesi, Midilli kentinin en önemli caddesi, kentin alışveriş caddesi.  Buraya cadde demek biraz zor, geniş bir cadde değil. Ama Ermou, alışveriş hareketliliğiyle cadde ismini hak ediyor.  Bir kitapçı çok ilgimizi çekti, ama kitapların kapaklarına bakmakla yetindik. Bu gün için yapabileceğimiz başka bir şey yok, Yunanca bilmiyoruz.

Midilli’nin sokaklarında ilerlerken hedefimiz Yeni Cami idi. 1462 yılında Osmanlı yönetimine geçen adada Osmanlı’nın elbette izleri olacaktı. Adı Yeni olan caminin durumu bugün pek parlak değil. Caminin minaresi yıkılmış. Ada 1912 yılında Yunan yönetimine geçince minare görmekten hoşlanmadıklarından çoğunu yıkmışlar. Benzer duruma, Selanik’te de tanık olmuştuk.

Yeni Cami’yi 1820’li yıllarda Kulaksızzadelerden Mustafa Ağa yaptırmış. Cami ve külliyesinden başka,  günümüzde bir sokak ötede bir de hamam var. Caminin restore edileceği haberlerini duyduk. Aslında onarımı biz üstlensek ve burayı bir Türk müzesine dönüştürsek nasıl olur diye düşünmedik değil. Bu turistik adaya farklı ülkelerden gelenlere kendimizi anlatmak için yararlı olurdu.

Zorbas adlı restoranda güzel bir öğle yemeği yedikten sonra hemen yanındaki alanda yer alan Küçük Asya Heykeli’nin yanında aldık soluğu.

Üzgün bir kadın, biri kucağında üç çocukla uzaklara bir yerlere bakıyor. Sanki kocası denizlere açılmış da geri gelmemiş gibi. Ama kadın Anadolu'ya bakıyor.



Yunanlılar, 9 Eylül 1922 günü Türk ordusunun İzmir'e girmesiyle İzmir'den ayrıldılar. Son Yunan askeri, 18 Eylül 1922 günü Erdek'ten gemilerle Anadolu'yu terk ettiler. Sonraki süreçte iki hükümetin anlaşmasıyla, yani mübadele ile, Anadolu'daki Rumlar evlerini terk etmek zorunda kaldı. Yunan haber sitelerinden Google Çeviri yardımıyla anladığımız kadarıyla, her yıl eylül ayında bunun için bu alanda anma törenleri de düzenliyorlar. 

Onların Küçük Asya Felaketi dedikleri günlere, biz bağımsızlığımızı tekrar kazandığımız günler diyoruz.  

"Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir."
                                  K.Atatürk



Midilli merkezden biraz uzaklaşıp yaklaşık 25 km batısındaki Ayasos Dağ Köyü’ne ulaşıyoruz. Burası öyküsüyle öne çıkan bir köy. Efesli rahip Agathon, 800 yılında yanında "Panagia Vrefokratousa", yani Çocuk Tutan Meryem Ana ikonasıyla Midilli Adası'na geldiğinde, amacı İmparator'un karısı Atinalı İrini'ye emaneti teslim etmektir. Bu çok değerli bir ikonadır, 4.yüzyılda İncil yazarı Luka resmetmiştir. 

O dönem Kudüs'te yönetimde olanlar kiliselerdeki ikonaları yok etmeye başlayınca Agathon, ikonayı kurtarıp sürgünde bulunan imparatoriçeye teslim etmek niyetiyle Kudüs'ten ayrılır. Ancak ne var ki adaya vardığında imparatoriçenin öldüğünü öğrenir. Elinde İkona ile kalakalır. 

Dağa çıkıp ormanlık alanda kendini de ikonayı da güvene almak ister. İkonayı görmek isteyenler yanına gidip gelmeye başlarlar. 830 yılında rahip ölünce hıristiyanlar, rahibin yaşadığı bu bölgeye küçük bir kilise yaparlar. İkona da kiliseye yerleştirilir. İkonayı görmek isteyenler sürekli gelip gider bu bölgeye. 1170 yılında daha büyük bir kilise yaparlar. Zamanla burada bir köy ortaya çıkar. 1806 yılında çökmek üzere olan kilisenin yerine daha büyüğü yapılır. 

Yunanlılar kiliselerinde fotoğraf çekilmesini istemiyorlar. Bunu saygısızlık olarak kabul ediyorlar. Hatta kutsal yapılarına girdiğimizde şapka ve güneş gözlüklerimizi bile çıkarmamızı istiyorlar. Bu nedenle ikonanın bir fotoğrafını çekemedim. Ama Ayasos Dağ Köyü başlıklı yazımızda ikonanın bir fotoğrafını görebilirsiniz.




Bu köye yerleşenler ahşap oymacılığı ve çanak çömlekçilikle adlarını duyurmuşlar. Turistik bir köy olduğu için ürünlerini sattıkları ilgi çekici dükkanlardan gözlerinizi alamayacaksınız. Büyük ihtimalle eliniz boş dönmezsiniz.
Hıristiyanlar için önemli olan bir ikona ve kilise ne kadar ilginizi çeker bilemiyorum. Ama köy doğasıyla ve el sanatları ile harika bir yer.

Geceyi Molivos’ta geçirdik. Kasabanın biraz dışında, bize 1980’li yılları hatırlatan bir oteldeydik. Sessiz sakin, güzel ve temiz bir otel. Hava karardıktan sonra Molivos’ta eğlence mekanlarından yükselen Yunan müzikleri arasında kulağımıza tanıdık melodiler de geliyor. Hatta Türkçe sözler de duyuyoruz; “İzmir’in kavaklari, dökülür yapraklari…”

Ertesi gün ilk günün yorgunluğunu otelimizde bırakarak, gayet dinç bir şekilde ve hevesle Sigri’ye doğru yola çıktık. Burası Osmanlı döneminde kurulan bir köy ve adı o dönem Sığrı imiş. Fakat yolda bir şey oldu, sanırım ışınlandık ve başka bir gezegene düştük. Çünkü adanın batı kesimlerindeki yemyeşil doğa burada yerini çorak bir araziye bırakıverdi. Bu kadar kısa bir mesafede doğanın bu değişimi bizi oldukça şaşırttı.

Sigri’ye yapılan yeni yolun çalışmaları devam ediyordu. Yol kenarlarında ağaç gövdesi görünümünde taşlar beyaz boyayla işaretlenmiş, öylece duruyordu. Adanın en batı ucundaki Sigri’ye ulaştığımızda ilk durağımız Fosil Orman Doğa Tarihi Müzesi oldu.




Aslında 18 milyon yıl önce, adanın bu bölgesi de yemyeşil bir alanmış. Şiddetli volkanik patlamalar sonucunda küller ağaçların üzerini kaplamış. O kadar kalın bir tabaka halinde kaplamış olmalı ki, lavlar geldiğinde ağaçlar yanmadan korunmuş ve taşlaşmalarına neden olmuş. Bölge günümüzde üstün nitelikli bir doğa koruma alanı. Bu bölgede bulunan ağaç fosilleri özenle toplanıp bu müzede sergilenmişler. Yol boyunca gördüğümüz beyaz boyayla işaretlenmiş fosil ağaçlar da çalışmaları tamamlandığında müzedeki yerlerini alacaklar.

Müzeden sonra yürüme mesafesindeki Sigri Kalesi’nde aldık soluğu. Kale, 1754-1757 yılları arasında III.Osman döneminde, ticaret gemilerine saldıran Malta korsanlarına karşı yapılmıştı. Kalenin girişindeki ahşap kapı orijinal haliyle ve bu ahşap kapının hemen üzerinde III.Osman’ın tuğrası yerinde duruyordu. Heyecan verici.

Ardından Skala Eresos’taydık. Burası kadın şair Sapho ile özdeşleşen kasaba. Uzun bir kumsalı olan bu kasabanın  sahilindeki kafeler ve restoranlar, buraya gelip beş-on gün tatil yapmak isteyeceğiniz, insanlarla ahbap olup keyifli zamanlar geçireceğiniz, ayrılırken de hüzünleneceğiniz yerlerden biri.

Sapho’nun Midillili olması nedeniyle günümüzde kullanılan bir kelime. Kadın şair Sapho’nun erkeklerle arası pek iyi değilmiş. Günümüzde onun gibi kadın sevici olanlara Lesbos’lu, İngilizce Lesbian denmesinin nedeni yaşadığı bu ada.

Petra, adanın kuzeybatı ucunda Molivos’a çok yakın bir kasaba. Buraya Panagia Gylkfylousa Manastırı’nı görmek için geldik. Manastır yüksekçe bir kayanın üzerine inşa edilmiş. Yukarı çıkmak için 114 basamaklı merdiveninden çıkmak gerekti, ama buna değdi. Harika bir Petra manzarasıyla karşımızdaydı. Kilisede bir ayin vardı, kapıdan biraz izledik. Rahatsız etmemek için uzaklaşıp dikkatimizi manzaraya verdik. Petra, Yunanca kaya anlamında bir kelime. Üzerinde bulunduğumuz bu kaya, kasabaya adını vermiş.

Kayadan indikten sonra küçük bir kilise dikkatimizi çekti. St.Nicolau adına bir kilise. Biz St.Nicolau’yu Noel Baba olarak biliyoruz.

Sahilde yine güzel kafeler vardı. Birinde serinlemek için soğuk bir şeyler içtik, küçük çarşısında gezindikten sonra bir şeyler yedik. Tsalikis Pastanesi, 44 çeşit dondurmasıyla ünlü özel bir yerdi.  44 çeşitten sadece altısının tadına bakabildik. Gezmek istediğimiz henüz çok yer vardı, hasta olmak istemedik.

Midilli Adası’nda gezdiğimiz hemen her yerde pek çok kafe ve restorana oturduk ve hizmet aldık. Hepsinde de aynı nezaketle karşılandık ve uğurlandık. Her yerde İngilizce anlaşabildik. Ayrılırken biz de Yunanca teşekkür ettik; efharisto… Ancak Petra’da oturduğumuz bir kafede bir garson Türk olduğumuzu anlayınca, bildiği birkaç kelimeyle de olsa bizi Türkçe karşıladı, Türkçe uğurladı. Biz de ona hem efharisto, hem de teşekkür ederiz dedik.

Bizim için Midilli Adası’nın en sevdiğimiz yeri Molivos oldu. Kalesi, buradaki manzara, tepedeki kaleden sahile inen dar sokakları, buradaki dükkanlar güzeldi. Ama sahilinde gezinmek, küçük limanının ucuna kadar yürümek bile bizi çok mutlu etti. Harika bir yaz akşamında Molivos yemek yiyebileceğiniz, içkinizi yudumlayabileceğiniz, bu sırada kalabalıktan ve bangır bangır yüksek sesli müzikten şikayet etmeyeceğiniz bir sahil kasabası. Ayrılırken tekrar gelmek istedik. Üstelik bunu çok daha kolay bir yoldan yapabiliriz de. Yani Ayvalık’ta Midilli’ye geçip, sonra Molivos’a ulaşmak için adayı bir uçtan diğer uca geçmek zorunda değiliz. Midilli Adası’na sadece Ayvalık’tan değil, Küçükkuyu’dan Petra’ya ulaşmak mümkün. Petra ile Molivos arası 5 km kadar zaten. Adanın sadece bu bölgesini gezip görmek için güzel bir fırsat.


Mandamados adlı kasabanın yanından geçip Taksiarhis Manastırı'na gittik. Girişinde bir jet uçağını anıt olarak koymuşlar. Öyküsünü manastırdan çıkınca anlatalım. 

Midilli Adası, sık sık korsan saldırılarına maruz kalmış. Bu saldırılardan korunmak için manastırı sahilden uzak, bu tepenin üzerine kurmayı düşünmüşler. Ancak ne var ki, onuncu yüzyılda korsanlar buraya da saldırmışlar. Bütün rahipleri öldürmüşler, bir sağ kalmış. Korsanlar gittikten sonra arkadaşlarının kanıyla ıslanan toprakla Baş Melek Mikail'in ikonasını yapmış. Onu Baş Melek Mikail'in koruduğuna inanılır. Bu ikona halen manastırda korunmaktadır. 

Manastırın girişinde korsanların saldırdığı günü anlatan bir tablo var. Korsanların başındaki fes dikkat çekici. Onuncu yüzyılda Türklerin başlarına fes takmadığını biliyoruz. 

Mandamados, Türkçe Manda kelimesinde almış adını. Manastırın bahçesinde Ballı Yoğurt yedik. Güzel bir tat. 

Adanın pek çok köşesini gezebilmiş olmanın  mutluluğuyla gezimizi tamamlayıp Mytilene'nin yolunu tuttuk. Yunanlılar ile ortak kültürümüz olan güzel bir adayı gezdik. Yine gelir miyiz? Elbette...



    

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Subscribe Us