Bled Gölü'nün manzarasını izlemeye doyamıyoruz. Biz gölün çevresinde gezinirken yanımızdan insanlar gelip geçiyor. Bisikletliler pedal çevirirken gölde yüzenlerden çok kanolarda kürek çekenler var. Üstelik bunlar sadece sporcu gruplar değil. Bir çoğu aile. Küçük çocuklar da anne ve babalarının yanında, mayolarını giymişler, kürek çekmeye çalışıyorlar. Çocuklardan birinin ağladığını duyuyorum, annesine sesleniyor. Annesi sahilden sakince cevap veriyor. Ne dediğini anlamıyorum ama kadının dediği işe yarıyor ve çocuk tekrar deniyor.
Ellerinde yürüyüş bastonları olan genç-yaşlı pek çok insan yanımızdan geçiyor. Gölden uzaklaşıp ağaçların arasında kayboluyorlar. Bazılarının sırtında kocaman çantaları var. Belki de geceyi ormanda geçirecekler.
Yüzler gülüyor.
İnsanlar neşeli.
Doğanın böyle bir etkisi var. Ağaçların yeşili, göllerin ve denizlerin mavisi, temiz hava ve güneş bize iyi geliyor, bizi iyileştiriyor. Tıpkı Arnold Rikli'yi iyileştirdiği gibi.
Bled'e geldiğinde çok hastaydı, henüz yirmili yaşlarının başındaydı, ama iyileşme umudu kalmamıştı.
Tam 200 yıl önce, 1823 yılında İsviçre'de doğdu. Zürih Üniversitesi'nde kimya ve mineroloji eğitimi aldı. Ardından babasının fabrikasında kimyager olarak çalışmaya başladı. Ancak fabrikadaki kimyasallar nedeniyle ciddi bir hastalığa yakalandı. Aylarca yatalak kaldı.
"Su iyidir, hava daha iyidir, en çok da Güneş ışığı" diyordu.
Arnold Rikli, İsviçre'nin Weggis ve İtalya'nın Meran kasabalarında birer sanatoryum açtı. Her ikisi de Bled'e benzer şekilde hastalarına iyi gelecek bir doğaya sahipti. Weggis Bled gibi bir göl kenarındayken, Meran bir nehir kenarındaydı.

Arnold Rikli, Natürapoti alanında önce olmuştu. Güneş ışığına, suya ve havaya odaklanan bir doğal şifa sistemi geliştirdi. Sanatoryumları ise günümüzde hala varlığını sürdürmektedir.
Payımıza düşen şifayı aldık mı, yoksa beton yığınları içindeki evlerimize dönerken içimiz buruk mu diye düşünmekten alıkoyamadık kendimizi.